Varoluşçu Terapi
Varoluşçu terapi bir uygulama alanı olmaktan daha çok felsefi bir anlayıştır. Diğer psikoterapi ekollerinin tersine kuramsal bir yaklaşımdan ziyade bir tutum olarak kabul edilmektedir. Varoluşçu yaklaşımın fenomenolojik felsefenin ürünü olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. Yaklaşımın kurucusu olarak genellikle Soren Kierkegaard gösterilmektedir. Friedrich Nietzsche, M. Buber, M. Heideggar ve Jean Paul Sartre gibi filozoflar da yaklaşımın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Psikoterapi bakımından katkıda bulunanları ise şöyle sıralayabiliriz: Eric Fromm, Victor Frankl, James Bugental, Emmy van Deurzen-Smith, R. D. Laing, Rollo May ve Ernesto Spinelli.
Varoluşçu terapi içinde iki genel yaklaşım görülmektedir; analitik yaklaşımdan kaynaklanan Avrupa ekolü ve insan potansiyeline ve etkileşimine odaklanan ABD ekolü. Varoluşçu yaklaşıma psikoterapi bağlamında en büyük katkılardan
birini Frankl’ın, Nazi toplama kamplarındaki yaşamını anlatıp, yaşadıklarının Logoterapi (Logoterapi ”anlam” anlamına gelen ”logos” kelimesinden gelir.) adını verdiği sistemini geliştirmesine nasıl sebep olduğunu anlattığı İnsanın Anlam Arayışı kitabı getirmiştir. Varoluşçu psikoterapinin en anlaşılır anlatımını ise Irwin Yalom yapmıştır.
Varoluşçu terapinin temel felsefesi, insanların özgür oldukları ve yaşamlardan kendilerinin sorumlu olup, kendilerini gerçekleştirme kapasitesine sahip olduklarıdır. Frankl, temel motivasyonumuzun anlam arayışı olduğunu ifade etmektedir. Pek çok kuramcı Frankl’ın bu görüşünü paylaşırken, bahsettiği anlamın ne olduğu konusunda anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Frankl, her insanın görevinin içindeki anlamı keşfetmek olduğunu belirtirken diğer kuramcılar keşfedilecek bir anlamın olmadığını, herkesin seçimleriyle kendi anlamını yarattıklarını düşünürler.
Frankl, yaşamın anlamını keşfetmek için önümüzde üç yolun olduğunu iddia eder:
- İyilik yaparak veya bir iş yaratarak;
- Bir şey yaratarak veya birisine rastlayarak;
- Kaçınılmaz acıya karşı bir tutum oluşturarak.
Varoluşçu Terapinin Temel Kavramları
Varoluş Tarzları
Varoluşçu terapi, insanların varoluşuna odaklanmaktadır. Farklı varoluş yollarımızın olduğu ifade eden kuramcılar 3 temel varoluş tarzımızın olduğunu belirtmektedirler.
Umwelt
Umwelt fiziksel dünyadaki varoluşumuzdur. Biyolojik dürtülerimizi içeren doğanın ve doğa yasalarının dünyasını temsil etmektedir.
Mitwelt
Mitwelt ise başkalarıyla ilişkilerle, sosyal/kişilerarası dünyadaki varoluşumuzu ifade etmektedir.
Eigenwelt
Eigenwelt, içsel psikolojik dünyamızı başka bir ifadeyle subjektif yaşantılarımızı göstermektedir.
Birey bu üç gerçeğe de katılmakla otantik olarak varoluşunu tamamlamış olmaktadır. Varoluşçuların belirsizlik karşısında insanların vermelerini istedikleri cevap olarak gördükleri otantik varoluşta kişi, doğaya, insanlara ve kendine tamamıyla açıktır, doğada olduğu şekliyle insanlar arasında, insanlar arasında da tıpkı kendi gibidir.
Kaygı
Varoluşçu terapi temsilcileri herkesin kaygı yaşadığını kabul ederler. Bu kuramcılara göre kaygıdan kaçınılmamalı, yok edilmeye çalışılmamalıdır. Kaygılarımızla yüzleşmek problemin çözümü için en iyi yoldur.
Varoluşçu terapide normal ve nevrotik kaygı birbirlerinden ayrı olarak kabul edilir. Normal kaygı mevcut duruma uygundur bu yüzden bu kaygıyı bastırmamız için bir neden yoktur. Tehdit edici olmadığı için de, kaygı durumunu yaratan olaya dikkatimizi yöneltmemizi sağlar. Varoluşçu terapide sıkça vurgulanan varoluşçu kaygı bu duruma bir örnektir. Öte yandan normal kaygının zıttı olan nevrotik kaygı ise yıkıcıdır ve bastırılma eğilimindedir, kişinin durumunun abartılmasını içerir.
Nihai Konular
Irwin Yalom, dört temel varoluşçu temayı işaret eder; ölüm, özgürlük, izolasyon ve anlamsızlık.
Ölüm
Yalom’a göre insanlar kendi ölümlülükleriyle yüzleşmekten kaçınan bir yapıya sahiptirler. Psikolojik yaşamımızın çoğu bu kaderle yüzleşmekten kaçınma üzere kurulmuştur. Psikolojik fonksiyonumuzun işlemez hale gelmesi de ölüm ve kaygı tarafından tetiklenir. Bütün bunlara karşın yaşamımıza anlam veren şey ölümün farkında olmamızdır.
Özgürlük
Yalom, insanın özgürlüğünü şu sözlerle ifade eder;
”Kişinin yaşamı tamamen kendi sorumluluğundadır, kendi yaşamının, yaşam deseninin, seçimlerinin ve eylemlerinin yazarı kendisidir.”
Bu sorumluluğu kabul etmenin getirdiği sonuçlar dehşet vericidir. Bu durumla yüzleşen insan, özgürlüğün kendisiyle ilgili sorumluluk almak demek olduğunun farkına varır.
Anlamsızlık
Viktor Frankl hariç varoluşçu terapi temsilcileri insanın dünyaya bir anlama sahip olmadan geldiklerini, anlamlarını kendilerinin yarattıklarını ifade ederler. Frankl ise anlamın keşfedildiğini, bu keşfin de ancak zor ve sıkıntılı bir arayışın sonunda bulunabileceğini söylemektedir.
İzolasyon
Varoluşçu terapi temsilcilerine göre insan nihayette yalnız bir varlıktır. İzolasyon bahsedilen nihai konuların kabul edilmesiyle ortaya çıkar. Ölümlü, özgür ve sorumlu olduğunu kabul eden bireyin karşısına çıkan gerçek izole olduğudur.
Savunmalar
Her ne kadar kaçmaya çalışsak da en nihayetinde nihai konularımızın farkına varır ve kaygı yaşarız. Kaygının sonucunda ortaya savunmalar çıkar. Yalom ölümün karşısında kullanabileceğimiz iki temel savunma olduğunu ifade eder;
- Kendini özel hissetmek,
- Nihai bir kurtarıcının olduğuna inanmak.
Terapötik Süreç
Varoluşçu terapi temsilcileri bireyin kim olduğunu belirleyen şeyin her an yaptığı seçimleri olduğunu düşündükleri için kişilik kuramları ile ilgilenmezler. Kişilik kuramı, insanın mahiyetini normlarla açıklamayı yanlış bulan varoluşçu psikolojinin anlayışına uymaz.
Varoluşçu psikoloji sağlıklı olmayı otantik olmakla bağdaştırmaktadır. Otantik olmak kişinin kendisi olmasıdır. Otantiklik kişinin davranışlarının bir ödül elde etmek ya da cezadan kaçınmak için yani bir biçimde değil, kendi değerleri, tercihleri ve ihtiyaçlarıyla uyumlu olmasını gerektirir.
Psikolojik sağlık varoluşçu psikolojinin penceresinden bakıldığında olabildiğinde az nevrotik kaygı ile yaşayıp aynı zamanda kaçınılmaz olarak yaşanacak kaygı ile de başedebilmek demektir. Varoluşçu terapide danışanlar hasta olarak kabul edilmezler.
Varoluşçu terapi, terapist ve danışanın anlık sübjektif yaşantılarına odaklanır. Varoluşçu terapistler aktif değillerdir, danışanın problemine çözüm önerisi getirmezler. Danışanları, nihai konuları ile yüzleşmeleri için cesaretlendirirler. Terapist danışanı ile otantik bir sürece girmelidir. Terapistin otantik olabilmesi kendi varoluşsal konularına dikkat etmesiyle mümkündür. Van Deurzen’in tabiriyle ”varoluşsal olarak tembel” olan bir danışman kendi varoluşsal sınavını tamamlamadığından danışanı ile eşit bir ilişki kuramayacaktır.
Varoluşçu terapinin amacı insanların özgür yapmak; semptomlarından kurtulmalarını sağlayıp kendi olasılıklarının farkına vararak yaşama özgürlüğü olduğunu anlamaktır.
Varoluşçu Terapi Teknikler
Varoluşçu terapistlerin pek çoğu spesifik teknikler kullanmaktan kaçınmaktadırlar. Terapi sürecinde kurulan ilişkiye önem ve önem veren terapistler, teknik kullanımının ilişkinin derinleşmesini ve otantikliği engelleyebileceğini vurgulamaktadırlar. Aralarında genel kabul edilen bir görüş olmasa da bazı varoluşçu terapistler şu teknikleri kullanırlar.
Sözsüz Davranışlara Dikkat Etme
Varoluşçu terapistler kişinin sözsüz ifadelerini iyi bir şekilde gözlemleyip onların dikkatini bu ifadelere çekmeye özen gösterirler.
Kendini Açığa Vurma
Varoluşçu terapi temsilcileri kendini açığa vurmanın, terapötik ilişkiyi derinleştireceğini düşünürler. Bu yüzden terapi sırasında iki şekilde kendilerini açarlar. İlkinde terapist, terapi süreci hakkında danışana düşüncelerini söylerken, diğerinde kendi varoluş mücadelesi hakkında kendini açığa vurur.
Paradoksal Niyet
Pradoksal niyet, Frankl tarafından geliştirilmiştir. Bu teknikte danışan, ona sıkıntı yaratan bir semptom, problem veya yaşantıyı bilerek sonuna kadar yaşaması için cesaretlendirilir. Varoluşçu terapinin bu tekniği daha çok nevrotik korku olarak adlandırılan durumlar için kullanılmaktadır.
Dikkati Dış Dünyaya Yöneltme
Frankl, bazı insanların kendi içlerindeki süreçlere çok fazla odaklanma eğiliminde olduklarını fark ederek bu tekniği geliştirmiştir. Danışandan dikkatini kendine değil dış dünyaya yöneltmesi istenir.
Rüya Analizi
Yalom’un çokça kullandığı bir tekniktir. Psikanalitik kuramdan farklı olarak rüyaları, psişik varlıkların bilinçaltı çatışmaları olarak değil danışanın terapi sürecine getirdiği nihai konuların bir görünümü olarak değerlendirir.
Paranteze Alma
Paranteze alma, varoluşçu terapi uygulayıcısının kendi inançlarını ve yanlılıklarını danışanın dünyasını tamamen anlayabilmek için askıya almasını ifade eder. Birey merkezli terapinin koşulsuz kabulüne benzemektedir.
Yönlendirilmiş Fantezi
Yönlendirilmiş fantezi tekniği, yine Irwin Yalom’un kullandığı bir tekniktir. Özellikle danışanın ölüm farkındalığını arttırmak için ondan kendi ölümünü düşünmesi istenir. Cenazende kimler var? Nerede, ne zaman, nasıl oldu? Arkandan neler söyleniyor? gibi sorularla danışanın hayali desteklenir.
Eleştiriler
Teknik olarak eklektik olması, varoluşçu felsefenin unsurlarını fazlasıyla içermesi ve içinde çok farklı görüşlerin olması kuramın tam olarak ne olduğunu anlamayı zorlaştırmaktadır.
Yazarların kullandığı dil anlaşılması zor ve soyuttur. Kelimelerle oynarlar, bu da özellikle eserin yazıldığı dili anadili olarak kullanmayan okuyucuları zorlamaktadır.
Varoluşçu terapi kendi içinde bir paradoks barındırır. Her şeyin bireysel ve kendine özgü olduğunu düşündüğümüzde insan varlığı ile ilgili bir kuram oluşturmak mantıksız bir hal alır.
Varoluşçu terapistler ampirik araştırmalar konusunda istekli değillerdir. Ampirik araştırmaların kuramın temel felsefesine aykırı olduğuna inanırlar.
Varoluşçu psikolojide bireyselliğin oldukça vurgulanmasın, bireyselliğin vurgulandığı Batı Avrupa gibi kültürlerde uygun olacağının fakat kollektivist kültürlerde uygun olmayacağı düşünülmektedir.
Bir yanıt yazın